Bir Demet Berceste



Bu hafta Murat Özbay Hocamızın dersine girenler bilir, Hocamız derste çok güzel bir beyit paylaştı. Sayın Hocamız beyti çok güzel bir şekilde açıkladı ve zihinlerimize kazıdı ama bu berceste, sayfamızda da yer almalıdır diye düşünüyorum.

Güllü dîbâ giydin amma korkarım âzâr eder

Nâzenînim sâye- i hâr-ı gül- i dîbâ seni
                                     Nedîm

(Ey benim nazlı, ince belli, nazik sevgilim… Gül desenli elbise giymişsin, sana çok yakışmış. Fakat korkuyorum, o gül deseninin üzerindeki dikenlerin gölgesi seni incitecek diye.)

Beytin düz cümleye çevrilmiş hâlini yukarıda verdik ama Murat hocamızın sözlerinden hareketle birkaç şey daha söylemek istiyorum.

Şair, sevgilisine o derece kıymet vermektedir ki sevgilisinin elbisesinin üzerinde yalnızca bir desen olan dikeni bırakmış, o dikenin gölgesinin sevgilisine zarar vereceğinden korkar. Evet, Murat hocamızın da dediği gibi: “Acaba bu sözü söyletebilen bir medeniyet, bir toplum nasıl olur da şiddete mahal verebilir?” zannediyorum, bu soruya cevap olacak birçok araştırma yapılmıştır. Ancak… Biz, bu inceliği milletimize ne kadar öğretebiliriz, ne kadar sevdirebiliriz sorusunun cevabı vicdanlarımızda gizlidir, “Öğretmenlik, bir vicdan mesleğidir.”. Yüce Allah’ın vicdanlarımıza, öğretmenlik mesleğinin ehemmiyetini duyurması dileğiyle… Şiirle kalın.
--------------------------

Zülfünü bâd-ı sabâ depredicek cân dökülür

Söze geldikçe lebin çeşme-i hayvân dökülür

                                                               Karamanlı Nizamî

(Ey sevgili! Sabah rüzgârı saçlarına vurduğu zaman, içinde benimde canımın olduğu nice canlar dökülür. Sen, o sarhoş eden sesinle konuştuğun zaman, dudaklarından, ölüm kederini kaldıran bir su(ab-ı hayat) dökülür.)




Bilindiği gibi divan şiirinde tasvir edilen sevgilinin saçlarının ucuna âşıkların canları geçirilmiştir. Daha somut bir ifade ile söyleyecek olursak, sevgilinin saç uçları birer kancadır, âşıkların kalpleri ise göğüs kafeslerinden sökülüp bu kancalara takılır. Bu beyitte saba rüzgârının sevgilinin saçlarına vurmasıyla, âşıkların gönülleri etrafa saçılır. Bu hâlin başka bir yorumu da şöyle olabilir: Sevgilinin saçları savrulunca ortaya çıkan güzellik, âşıkları kendinden geçirmiş ve onların canlarını dökmüş, öldürmüştür.

       Âb-ı hayat, Orta çağ insanları tarafından yıllarca aranan, efsanevî bir sudur. Bu suyu içenlerin bir daha ölmeyeceğine inanılır. Divan edebiyatında da bu özelliğinden dolayı her zaman sevgilinin ağzıyla, dudağıyla ilişkilendirilmiştir. Çünkü âşıklar için sevgilinin dudağına dokunmak veya sevgilinin dudağını öpmek ancak hayaldir. Aynı şekilde Orta çağda yaşayan insanlar için de “âb- ı hayat”ı bulmak hayal ve heyecandır. Beytin ikinci mısrasında bu mazmunla bağlantı kuran şair, sevgilinin konuşması neticesinde ağzının açılmasıyla, âb-ı hayat döküleceğini tasvir eder. Bunun başka bir yorumu da şöyle olabilir: Sevgili konuşunca aşıklar kendilerinden geçer, sevgilinin sesinin heyecan verici tonundan dolayı ölüm endişesinden kurtulurlar; bir nevi âb-ı hayat içmiş gibi olurlar.



Cümle şair dost bahçesi bülbülü

                                   Yunus Emre

Âşıkların üstadı Yunus’un da ifade ettiği gibi, bu sayfada, cümle şairi dost bilip onların ifade ettiği güzellikleri gelişigüzel bir şekilde paylaşmaya çalışacağız. Paylaşılan mısraların bir kompozisyon düşüncesiyle paylaşılmayacağını ifade etmek isterim. Çoğunlukla eski edebiyatımızın güzel parçalarından seçeceğimiz bercesteler, konu oluşturmaksızın kısa açıklamalarıyla birlikte sunulmaya çalışılacaktır.


Nezaketin gereği olarak bayanlara öncelik vermek gerekiyor, o yüzden Leyla Hanım’ın bir beytiyle başlayalım diyorum:

     Pür-âteşim açtırma benim ağzımı zinhâr

     Zalim beni söyletme derûnumda neler var

(Ey insafsız sevgili!) Benim içim senin hasretinden dolayı ateşle dolu, ne olur beni sırlarımı açmaya zorlama, çünkü sırlarımı açarsam dünya tutuşacak.

Âşık o derece hasret-keş olmuştur ki mum gibi sakin sakin yanarken içi ateş dolu bir ejderha hüviyetine bürünmüştür. Sırlarını açması için kendisine ısrar eden sevgiliye, kendisini konuşturmamasını söyler. Eğer konuşturursa dünyayı yakacaktır. Âşık bu vesileyle hem sırrını gizli tutar hem de içindeki yakıcı ateşlerden bahsetmek suretiyle aşkının büyüklüğünü ifade etmenin hazzını yaşar.



Hayâl ile tesellîdür gönül meyl-i visâl etmez

Gönülden daşra bir yâr oldıgın âşık hayâl etmez

                                                                          Fuzûlî

(Gönül hayal ile tesellidir, bundan dolayı kavuşmaya meyletmez.Âşık, yarin gönül payitahtından başka bir yerde olduğunu düşünmez.)


       Fuzulî’nin o ihtişamlı eseri “Leyla ile Mecnun”u okuyanlar bilir, bu beyit Mecnun’un dilindedir ve Leyla’nın onu vuslat teklifiyle imtihan etmesinden sonra kendi kendine söylediği sözlerdir. Şöyle ki, Leyla çölde vahşi hayvanlarla yaşayan Mecnun’un yanına gelir ve kendisine kavuşmak istediğini, artık kavuşmalarına bir engel kalmadığını söyler. Mecnun o derece olgunlaşmıştır ki böyle bir fırsat eline geçmesine rağmen kendine hâkim olmuştur ve Leyla’nın kavuşma teklifini reddetmiştir. Zaten kendisini imtihan ettiğini söyleyen Leyla bu duruma çok sevinir ve Mecnun’un gerçek bir âşık olduğunu anlar.

       Bu beyit Leyla gittikten sonra Mecnun’un psikolojik durumunu ifade eder. Öyle ki onun gönlü Leyla’nın hayaliyle teselli olur, nefsin arzuladığı şekilde bir vuslata meyletmez; zaten sevgili onun gönlündedir arada hiç mesafe yoktur. O, sevgiliyi gönlünün tahtına mukim kılmıştır, sevgilinin başka bir yerde olduğunu aklından bile geçirmez. Her dem o peri soylu güzel ile birliktedir.




Kaynak: Doğan, M. N. (2000). Fuzulî, Leylâ ve Mecnun.

2 yorum:

Medya Okuryazarı dedi ki...

teşekkür ederiz, bu güzel beyitleri ve açıklamalarını hazırladığın için.

Soner Boran dedi ki...

Rica ederim hocam, yalan yanlış bir şeyler yazmaya çalışıyorum; verdiğiniz vazifeyi yerine getirebiliyorumdur umarım.